Tüm dünyada kültür varlıklarının değerlerinin daha iyi anlaşılmaya başlaması ile birlikte restorasyon da önemi artmaya başlayan bir bilim dalıdır. Özellikle toprak altından çıkartılan eserlerin yüzyıllarca uyum sağladıkları ortamdan farklı bir ortama çıkartılması eserlerin bozulmaya başlamasına önlem alınmadığında da yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalması bu alanda çok hızlı bir gelişme sürecini başlatmıştır (1).
Günümüzde ise restorasyon teknolojik gelişmeleri yakından izleyen ve geleneksel yöntemlerle teknolojiyi birlikte kullanan ilginç bir bilim dalı haline gelmiştir. Yukarıda sözü ettiğimiz gelişmeler neticesinde gerek restorasyonun çok gelişmesi gerekse bu alanda çalışan insan sayısının artmasıyla birlikte dünya ülkeleri arasında rekabet başlamıştır. Çünkü restorasyonun çalışma alanını kültürel değerler ne nadide sanat eserleri oluşturmaktadır. Söz konusu alan bu kadar önemli olunca her ülke restorasyon konusunda ön planda olmak istemektedir. Bu nedenle de ciddi programlar uygulanmaya başlanmıştır. Ancak her ülkenin içine bulunduğu coğrafya, iklim ve sanat eserlerinin farklılıkları neticesinde geliştirdikleri yöntemler de birbirinden farklılıklar arz eder. Kabul etmek gerekir global olarak hangi kültüre ait olursa olsun sanat eserlerinin dünya mirası olmasının yanı sıra restorasyon bir sektör haline gelmiş ve hem ekonomik hem de bazı durumlarda siyasi bir boyut kazanmıştır.
Yukarıda çok sayıda insanın bu alanda çalıştığından bahsetmiştik. Bu durumun iki boyutu vardır. Birincisi dünyada ülke farkı gözetmeksizin kültürel değerlere daha fazla değer verilmesi ve bunların kurtarılabilmesi için kaynak yaratılması, İkincisi ise böyle bir sektörde ihtiyaç duyulan uzman restoratör, konservatör, teknik personel vb. yetişmiş elemanın bu alanda ş bulması ve hayatını kazanmasıdır. Konuşmamızın başında sözünü ettiğimiz ülkeler arasındaki rekabet bu nedenle ortaya çıkmıştır. Yan sektörleri ile birlikte binlerce dolarlık bir uygulama alanı haline gelmiş ve her gün biraz daha büyümektedir.
Ülkemizde söz konusu ettiğimiz iki faktörün varlığından bahsedilmesi mümkün değildir. Bizde restorasyon nasıl yapılmalı, kriterleri ne olmalı, restorasyon nedir tartışmaları uzun yıllar öncesine dayandığı halde kat edilen yol hala başladığı noktadadır. Yıllar önce çeşitli laboratuarların kurulmuş olmasına, bir büyük kazının yüzüncü yılını tamamlamış olmasına rağmen bu alanda çalışan insan sayısı iki elin parmakları kadardır. 1999 yılında İtalya'da bu alanda çalışan insan sayısı on binlerle ifade edilirken, bizde beş ya da on kişiden söz etmek bu alanda aldığımız yolun göstergesidir. Bunun nedeni ise idarecilerin bilinçli ve programlı insan yetiştirmeye yönelik tavırlarının olmamasıdır. Her zaman söylenen ve kabul gören mantık, bu işi en iyi yabancılar yapabilir şeklindedir. Bu nedenle de yıllardan beri yalnızca yabancıların çalışma alanı olmuştur. 2000'e sayılı günlerin kaldığı günümüzde Kültür bakanlığı gibi restorasyon yaptıran kurumların bir kültür politikasından söz etmek mümkün değildir. Bu alanda uygulama yaptıran kurumlar birbirlerinden tamamen farklı görüşlere sahip oldukları için yapılan uygulama örnekleri de bu görüşlerin doğrultusunda farklılıklar arz emektedir.
Burada asıl vurgulanması gereken, çok zengin bir kültür mirasına sahip ülkemizde restorasyon konusunda tartışmaların bir kenara bırakılıp bu alanın gelişmesinin sağlanması, kültürel alt yapıya sahip olan bizlerin restorasyon konusunda başı çeken ülkeler arasındaki yerini alabilmesi için profesyonel düşüncenin okullardan başlayarak uygulama yaptıran kurumlara kadar bir zincir halinde gelişip yerleşmesi gereklidir. Bu profesyonel düşüncenin tüm kurumlarca kabullenilmesi restorasyonu tabu olmaktan çıkartılıp yaygınlaştırılarak her eserin yararlanabileceği duruma getirecektir.
Restorasyon alanında profesyonel olarak çalışacak grupların desteklenmesi gerekmektedir. Bu destek maddi destek şeklinde algılanmamalıdır. Bu konuda yapılacak çalışmalara engel oluşturan ve yeterli elemanı olmadığı halde bunun tek elden yürütülmesi gerektiğini savunan düşüncenin terk edilip, dünya ülkelerinde olduğu gibi konuya daha geniş bir perspektifle bakılması gereklidir. Bizim ülkemizde de dışarıda olduğu gibi bu alanda profesyonelce çalışan restoratörler, konservatörler, analiz laboratuvarları, konservasyon teknolojisi üreten laboratuvarların kurulmasına katkıda bulunulmalıdır. Böylece kazılar sonucunda ülkemizde ortaya çıkan eserlerin analizi ve bazı hassas müdahaleler için yurt dışına gönderilmesine gerek olmadığı gibi, ekonomik bir getirişi de olacak, mezun olan öğrencilere yeni iş alanlarının ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
Aslında bu düşüncenin ilk adımları Askeri Müze tarafından atılmaktadır. Askeri Müze, teşhir, tanzim ve depolama sistemi ile bir örnek teşkil ederken bu konudaki öncülüğüne restorasyon çalışmalarında yaptığı atılımlarla bir yenisini eklemiştir. Bünyesinde oluşturduğu laboratuvarda gerek kendi personeline ve gerekse yeterli elemanı olmadığı durumlarda restorasyon ihaleleri açarak dünya standartlarındaki örnekler gibi eserlerinin restorasyon ve konservasyonunu yaptırmaktadır. Benzer bir yaklaşım Kapadokya'da özel idare tarafından ortaya konulmaktadır. Kiliselerin restorasyonu yine ihaleler açılarak müteahhitlere değil konunun uzmanı restoratörlere yaptırılmaktadır. Böylece sonuçları da daha kısa sürede alınmakta bürokratik kaosa takılmadan pek çok kilisenin restorasyonu yapılabilmektedir. Bunun dışında bazı Müzeler derneklerinin maddi destekleri ile de restorasyon çalışmalarım küçük çapta da olsa yaptırmaktadırlar. Bu da restorasyon işinin tek elden yürütülmesinin yeterli olmadığım gözler önüne sermektedir.
Dünya ülkelerinde de restorasyon işleri benzer yöntemlerle profesyonellere yaptırılmaktadır. Sadece Roma'da bulunan Restoratörler Kooperatifinin üye sayışı 300 civarındadır. Bununla birlikte örneğin İtalya'da oluşturulan ekiplerde belirli nitelikler aranmaktadır. Bir proje için teklif vermek istediğiniz zaman öncellikle bu projede çalışacak kişilerin listesi ve referansları incelenmektedir. Genellikle, eğer I.C.R' den mezun ise en az üç yıllık diğer okullardan mezun ise kamu veya Bakanlıkça iyi bir referansı olan ekiple beş yıl çalışmış olma koşulu aranmaktadır. Hazırlanan projelerin uygulamaya geçirilmesi esnasında görevin verileceği yerli veya yabancı ekiplerin seçiminde titizlik gösterilmekte ve İtalyanlara öncelik tanınmaktadır.
Ülkemizde ise yukarıda sözünü ettiğimiz profesyonel uygulamalar özellikle büyük projelerde ve bütün yabancı kazılarda yıllardan beri yabancılar tarafından yapılmaktadır. Bizim isteğimiz aynı imkanların Türk restoratörlere de tanınmasıdır.
Uzun yıllardan beri tartışma konusu olan bölge laboratuvarlarının kurulması konusunda bugüne kadar hiçbir ilerleme kaydedilememiştir. Oysa yapılacak olan çok önemli girişimlerden birisidir. Çünkü çok farklı bölgesel özelliklere sahip olan ülkemizde bu konuda araştırma yapacak ve restorasyon yöntemleri geliştirecek kuruluşlara ihtiyaç vardır.
Pek çok kişinin savunduğu bir düşünce olan Kültür Bakanlığı'nın her müzeye bir restoratör ve konservatör almaşı gerektiği konuşu ise, restorasyon alanındaki sorunlara günlük çözüm getirmekten öteye gidemez. Çünkü ülkemizde her müzeye bir restoratör alındığım varsay arsak ki, bu imkansızdır, en fazla yüz kişi bu alanda çalışma imkanına kavuşacaktır. Bu sayı da sadece bu yıl restorasyon okullarından mezun olacak restoratör sayısının çok altındadır. Önümüzdeki yıllarda bu mesleği tercih edecek gençlerimiz için çözüm teşkil etmekten uzaktır.
Sonuç olarak, bu kadar hızlı bir gelişim kaydeden restorasyon bilim dalında Türkiye'nin hak ettiği yere ulaşabilmesi için öncellikle verdiği eğitimi dünya standartları düzeyine yükseltmeli, restorasyon konusundaki tartışmalarda havanda su dövmeyi bırakıp ivedi olarak bir ekol belirleyerek kriterlerini oluşturmalı ve eğitim kurumlarından restorasyon uygulaması yaptıran kuruluşlara kadar ortak bir dil oluşturmalı, kültürel zenginliğini dikkate alarak bu alanda profesyonelliğe önem vererek bürokratik engellerle özellikle kendi restoratörlerinin önünü tıkamayarak, onlara güvenmelidir. Ancak bunu yaparken tercih edeceği ekibi seçerken yerli veya yabancı çok titiz davranmalıdır. Çünkü yanlış uygulamalarla kaybedilen bir eserin yerine asla yenisi konulamaz.
(1) Toprak altından çıkartılan eserlerin bozulma sürecine ilişkin bkz. C. Küçük, 'Pişmiş Toprak Eserlerin Restorasyonu'. Türk Akeoloji dergisi , 31 (1997), S. 117 - 138.