RestoraTÜRK

  • Yazı boyutunu yükselt
  • Varsayılan yazı boyutu
  • Yazı boyutunu düşür




Paylaş      

Anasayfa Koruma ve Restorasyon Divriği Ulu Cami

Divriği Ulu Cami

Ortaçağ sanatının Türkiye’deki şaheserlerinden 800 yıllık Divriği Ulu Camii 50 yıldır için için ölüyor. Hem de sözüm ona restorasyonlar marifetiyle.

Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Organizasyonu UNESCO’nun 1985’te Dünya Mimari Mirası’na dahil ettiği Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’na en ölümcül darbeyi, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 60’lı yıllarda yaptırdığı restorasyon vurdu. Şimdi Ulu Cami için yeni ve kritik bir dönem başladı. Sivas Valisi Hasan Canpolat, ihaleye çıkarak caminin restorasyonunu gerçekleştireceğini açıkladı.

Tam, ‘Aman ne güzel, nihayet Ulu Cami kurtarılıyor’, başka bir ses kafaları karıştırdı. Prof. Dr. Doğan Kuban, ‘İhale derhal durdurulsun’ diyordu. Kuban böyle düşünüyorsa mutlaka bildiği vardı. Çünkü Kuban, Türkiye’nin restorasyon duayeniydi, Ulu Cami’ye 40 yılını vermiş, 1997’de ‘Divriği Mucizesi’ adlı bir kitap yazmıştı. Üstelik Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın Restorasyonu İşi Bilimsel Danışma Kurulu Genel Danışmanı’ydı. En iyisi caminin son halini görmek, resmi yetkililer ve Kuban’ın görüşünü almaktı. Öyle yaptık...

Ulu Cami, Anadolu kültürü ve mimarisi açısından çok önemli ancak sorunlarının hükümet düzeyinde ele alınması gerekiyordu. 4 Eylül 2003’te Sivas’ta yapılan Bakanlar Kurulu toplantısından sonar Başbakan Tayyip Erdoğan, Divriği Ulu Camii ile ilgili ne gerekiyorsa yapılacağını, hiçbir fedakarlıktan kaçınılmayacağını açıkladı. Caminin onarımı hükümet kararı haline geldi. Yatırımları Hızlandırma Ödeneği’nden Turizm Bakanlığı aracılığıyla 2.3 trilyon liralık ödenek aynı yılın kasım ayında Sivas İl Özel İdaresi’ne aktarıldı. Bu, başlangıç ödeneği. Hükümet, caminin restorasyonu için hiçbir masraftan kaçınılmayacağını belirtti.

Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kültür Bakanlığı ve Sivas Valiliği bir protokol imzaladık. Üç kurumun işbirliğiyle restorasyonun yürütüleceğini deklare ettik. Teknik kurul ve danışma kurulu oluşturduk. İhale Kanunu’ndan kaynaklanan sıkıntılar gündeme geldiği için cami restorasyonu kanunun kapsamı dışına çıkarıldı. Fakat Kültür Bakanlığı uygulamaya ilişkin yönetmelikleri çıkarmadı. Bir an önce Kültür ve Tabiat Varlıklarının Restorasyonuna İlişkin İhale Uygulama Yönetmeliği’nin çıkması lazım. Bu yüzden mevcut İhale Kanunu’na göre işlemi yürütüyoruz. Taslak şartname hazırlandı. İhale için geçtiğimiz mart ayında ilan verdik. Talip çıkmayınca ihaleyi iptal ettik. Tekrar ihaleye çıkıyoruz. Aynı şartnameye yine talip çıkmayacağı için değişiklik yapıyoruz. İsteyen herkes -yabancılar dahil-, konsorsiyum halinde de girebilecek. Caminin etrafındaki on tarihi eserin onarımını da ihaleden çıkardık. Özel fiyatlandırma yapılacak. Mevcut kanunda ‘Ucuz fiyat verene ihale edilecek’ diye bir şey yok. Kim daha iyi yapacaksa ona verilir. Üniversiteler bu ihaleye katılmalı. Restorasyonun kaça mal olacağı, mevcut kanuna göre açıklanmıyor. Paha biçilmez demek yeterli.

Bir benzeri daha yok

Cami, Mengücekoğulları hükümdarı Süleyman Şah’ın oğlu Ahmet Şah tarafından 1228 yılında yaptırıldı. 1280 metrekarelik kapalı alana sahip. Anıtın başmimarı Ahlatlı Hürremşah. Bitişiğindeki Darüşşifa (hastane) ise eşi Ahmet Şah’ın eşi ve Behram Şah’ın kızı Melike Turan Melek tarafından yaptırıldı. 768 metrekarelik alana sahip olan hastanede ruh hastalıkları müzik ve su sesiyle tedavi edilirdi. Her iki yapı birbirinden ayırt edilemediği için Ulu Cami sözcüğü her ikisini de kapsıyor. Caminin mükemmel bir işçilikle yapılmış olan ahşap minberi, Tiflisli İbrahim oğlu Ahmed adlı bir sanatkara ait. 16 sütunlu cami, 23 tonoz ve iki kubbe ile örtülü. Mihrabın biçim ve bezemelerinin Anadolu’da başka örneği yok. Caminin, Kıble-Kuzey Taç Kapısı, batı yönünde çıkış kapısı olan Çarşı-Batı Kapısı ve doğuda yer alan Şah Kapısı olmak üzere üç girişi bulunuyor. Camide dört kitabe, dört usta imzası, besmele, ayet ve dua yazılı olan 21 pano yer alıyor. Kapılarda birbirini tekrarlamayan kabartma motifler, ışık-gölge oyunları anıtsal etki yaratıyor.

40 Yılını bu yapıya veren Prof.Doğan Kuban

Ellemeyin üstünü örtün yeter

Ulu Cami ihalesi hemen durdurulmalı. Türkiye’de restorasyon yapılamaz. Özellikle de Ortaçağ eserlerinde. Restore edecek adam yok. Bu kadar komple bir restorasyon hiç yapılmadı. Yeterli hazırlık, laboratuvar çalışması, teknik araştırma, röleveleri yapılmadan, gereken para ayrılmadan bu işi ihale ediyorlar. Müteahhit bu işin uzmanı değil, bir uzman buluyor. Türkiye’de hálá en büyük anıtların modern usullerle yapılmış rölevesi yok. Ortaçağ mimarisini; Ortaçağ Ermeni Mimarisi, Ortaçağ Selçuklu, Ortaçağ Anadolu konstrüksiyon tekniklerini, malzemelerini, dekoratif detayları bilmek gerekiyor. Restoratörlerin bunları bilmesi zaten zor. Müteahhitlerin duyarlı olması imkansız.

Divriği Ulu Camii’nin tabanı yakınındaki imam hatip lisesinden almıyor ki suyu sadece. Yağmur, rüzgar, kar, don, dolu da zarar veriyor. İmam hatipteki çocuklar bahçesinde futbol oynuyor. Caminin kapılarını kale yapıp şut çekiyorlar. Bunlar ayıp şeyler. Bunlar gecekondu işleri. Hayır olsun diye dolap, halı hediye alıyorlar. Bütün bunlar, bu işlerin farkında olmayan toplum kültürünün gösterileri. Bu yüzden çok yapı kaybettik. Devlet, mucize niteliğindeki Divriği taş oyma bezemesini, bugüne kadar futbol oynayan çocuklara, kara ve dona koruyamadı. Cehalet sis perdesi gibi Türkiye’yi sarıyor.

Heykel gözüyle bakılmalı

Divriği’de de geri dönülmez hatalar yapılacak. Çünkü çalışmanın teknik bir temeli yok. Rheims Katedrali’ni gördüm geçenlerde. On senedir on şirket taş analizi yapıyor. O şirketler, 100 yıldır bu işe hazırlanmıştır. Katedralde bin tane heykel var, hálá tartışıyorlar. Çünkü Ortaçağ, zordur. Ulu Cami’de de hiçbir şey birbirine benzemiyor. Taş duvarı düzeltebilirsin ama taş oymayı şırınga yöntemiyle ancak 15 yıl yaşatabilirsin. 800 yıllık yapıyı 15 yıllık garantiyle kime emanet edeyim. Münferit bir yapı. Eşi yok. Müzeye kaldırılması gerekiyor. Ulu Cami’ye heykel gözüyle bakmak lazım ama müzeye taşınması zor. Türkiye’de restorasyonların duayeniyim. Söyleyeceklerim, kuşağımdakilerin eriştikleri bilginin özeti. Türkiye’de iki dünya çapında büyük yapı var: Biri Divriği Ulu Camii, diğeri Edirne Selimiye Camii. Bunlarla oyun olmaz, tartışılmaz. Topkapı Sarayı’ndaki Mukaddes Emanetler gibi saklanması gerekir.

Örtün bir daha don yemesin

Hiçbir şey yapmak gerekmiyor. Binayı örtmek gerekiyor. Bir kış daha geçirmesin. Hemen naylon örtün. Ama bir daha rüzgar, yağmur, don yemesin. İki yıldır söylüyorum. Valiye caminin üstünü örtelim, diyorum. Vali Divriği’nin silueti, diyor. Ne silueti? Caminin etrafı binalarla berbat edilmiş.

Ya benim dediğimi yapacaklar ya da restore ediyoruz diye rastgele müdahale edecekler ve beş on sene sonra daha beter olacak. Engellemenin yolu, camiyi müze değerinden kabul edip üstünü örtmektir. Ondan sonra içinde istedikleri düzenlemeyi yapsınlar ağır ağır. Kazakistan’da Ahmet Yesevi Türbesi gibi. Onu da su basıyordu. Etrafına kuyular kazmışlar, suyu toplayıp başka yere veriyorlardı. Cami olarak kullanmak istiyorlarsa yine kullansınlar. Ama önce kurtarsınlar. Yukarıdan taşlar düşüyor, namaz kılıyorlar. Neden, illa Ulu Cami’de namaz kılacaklar. İslamiyet’te namaz önemli, kılanan yer değil ki.

Gittim, gözlerimle gördüm dökülüyor, eriyor, kayboluyor

Sivas’ın Divriği İlçesi’ne yaklaştıkça yol bozuluyor. Kangal’dan itibaren asfalt ile stabilize arası daracık yoldan Divriği’ye ulaşıyoruz. Bir zamanlar ilçenin dışında olan cami, şimdi apartmanlar arasında kalmış. Divriği Kaymakamı Mustafa Türk ihale sonucu yapılacak restorasyondan umutlu:’800 yıl direnen bu yapı, gelişen teknoloji sayesinde ilelebet yaşar.’ Müftü Mustafa Önder’le birlikte Ulu Cami’ye gidiyoruz. Önder, Almanca bildiği için Alman turistlere de rehberlik yapıyormuş. ‘Ulu Cami’nin mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne, kullanım hakkı ise Diyanet İşleri’ne ait. TBMM, Kültür, Turizm Bakanlığı ve UNESCO da müdahil’ diyor.

Cami bahçesinde tek tük ziyaretçiler. Taş oyma bezemeleriyle dünya sanat tarihinde benzeri olmayan caminin süslemeleri dökülüyor, eriyor. Doğu Kapısı, diğer adıyla Şah Kapısı, kışla kapısı gibi gri boyalı demir parmaklıklarla kapatılmış. Ana-Taç Kapı’nın üzerindeki oyma figürler demir çemberlerle bağlanmış. Giriş-Kale Kapısı’ndaki kabartmaların dökülen yerleri beton yamalarla kapatılmış. Batı-Çarşı Kapısı’ndaki tek başlı kartal Mengücekoğlu Beyliği’ni, çift başlı olan da Selçuklular’ı simgeliyor. Kapının sağ tarafındaki üç metrelik bölümün figürleri artık yok.

Caminin arka tarafına gitmek isterseniz dehşet verici bir manzara sizi durduruyor. 64 metrelik arka duvar, dört metre yüksekliğindeki istinat duvarıyla boydan boya kapatılmış. Tarihi taşlar, betonun içinde kalmış. Caminin kuzey ve doğu kenarları da çirkinlik ötesi demir basamak ve demir trabzanlarla çıkılan bu beton yükseltiye bağlanmış. Altı ise karanlık, küflü bir galeri. Güya caminin arka duvarını ve zeminini dağdan akan sulardan korusun, hava sirkülasyonuyla nemden arıtsın diye yapılmış. Ancak en ufak bir matematik hesaptan uzak bu ilkel uygulama, gelen suyu birkaç misli artırırarak camiyi temelinden minaresine çürütüyor.

Caminin elektrik tesisatı 1968’de yapılmış. Duvarların üzerindeki siyah kablolar, priz ve anahtarların çirkinliği bir tarafa her an kontak yapıp 800 yıllık şaheseri kül haline getirebilir. Tarihi yapıda çatlak ve ayrılmalara ve de restorasyon ihtiyacına neden olan 150 tonluk kurşun çatı 1940’lara kadar toprakmış. İşgal yıllarında İstanbul’dan getirilen kıymetli eşyaların korunması için kurşun bir çatı yapılmış. Cumhuriyet’in ilk yıllarında da sık sık yapılan çatı onarımları caminin genel statiğini altüst etmiş.

Caminin içi de saygısızlıktan nasibini almış. Yüzlerce yıllık ahşap kapılara, hırsızlara karşı ağaç mertekler dayanmış. Sütunlar arasına gerilen tellere perdeler asılmış. Bir kenarda elektrik süpürgesi, formika masa ve çelik dolaplar duruyor. Caminin tarihi halıları yıllar önce İstanbul Halı Müzesi’ne götürülmüş. Yerlerine birbiriyle alakasız renk ve desenlerde makine halıları serilmiş. Abanoz ağacından ve her milimetresi oyma nakışlarla süslü geçmeli yani çivisiz yapılmış minber, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün vaktiyle yaptığı cami restorasyonu sırasında inşaat iskelesi olarak kullanıldığı için epeyce hasar görmüş. Minberin önünde bir tabela duruyor: ‘21 Haziran 2002 tarihinde çalınan minber kapısı ve iki adet üzeri işlemeli ahşap levha, Sivas İl Jandarma Komutanlığı’nın çalışmaları sonucu İstanbul ilinde yakalanarak Sivas’a getirilmiş ve 23 Ekim 2002 tarihinde yerine monte edilmiştir.’

Caminin imamı Bünyamin Yeniyurt, görüntüden mahcup. ‘Ne olduysa 1940’tan sonra oldu. Ne zaman restore ve ihaleye verdilerse o zaman özellik ve güzellik gitmiş’ diyor. Yeniyurt, caminin asli ziyaretçilerinin, otobüslerle gelen ilköğretim öğrencileri olduğunu anlatıyor. Bir de kar-tipi dinlemeden gelen Japonlar’ı.

Şifahane (Hastane) Kapısı’ndan giriyoruz. Çocukluğumda gördüğüm tavandan sarkan mavi çini küre yerinde yok. Her an düşüp kırılabir diye Sivas Müzesi’ne nakledilmiş. Mengücek hanedanlarının mezarları vaktiyle Selçuklu çinileriyle kaplıymış. Büyük bir bölümü çalınmış

Hürriyet

 

Reklam
Reklam
Giriş yaparak üyelerin sahip olduğu birçok bilgiden yararlanabilir ve RestoraTÜRK FORUM'da bütün herşeyi özgürce konuşabilirsiniz...

Hoşça vakit geçirmeniz dileğiyle...




Copyright © 2002 - 2011 Designed by  
YASAL UYARI