RestoraTÜRK

  • Yazı boyutunu yükselt
  • Varsayılan yazı boyutu
  • Yazı boyutunu düşür

An'ı Kurtarmak

Biri, bu yüzyıl için “lanetli yüzyıl” demişti.
Biz paltosuz kış geçirmemişler, biz küçük hesaplarda boğulmuşlar, biz her şeyi feda etmişler; lanetli yüzyılın lanetli insanları; kendine bakmayı beceremeyenler ordusu…
Ne çok gürültü, ne çok inilti bu böyle!
24 saatin nasıl geçtiğini anlayamayan, adeta hızlı çekim oynayan milyonlarca insan…

Kendimize aynada bakmaya fırsatımız ve aslında tahammülümüz yoktur bizim ki bu yüzden daima kendimizi değiştirme, -sanki çirkinmişiz gibi- güzelleştirme çabası içindeyiz. Gerçeği görmeye, dinlemeye dayanamayız ve elbette kendimizi de. Gazetelerin pazar ekleri de daima söyler aslında, “kendinize vakit ayırın” diye. Televizyon seyretmeyi, müzik dinlemeyi ya da bir üst mertebede; turlara katılıp, tarihi yerleri gezmeyi kendine zaman ayırmak zannediyoruz. Bir yerde bir yanlış var, biz kendine zaman ayırma meselesini de bir görev ve zorunluluk sayıyoruz. Ve aslında tüm o tavsiyeleri yerine getirdikten sonra gerçekten rahatladığımızdan değil, rahatlamamız gerektiğine inandığımızdan rahatlıyoruz işte. Hep bir mecburiyet, hep bir zorunda hissetme durumu… ve daima aklımızın bir kıyısında “buralardan” kaçıp gitme, muhtemelen “bir sahil kasabası”na yerleşme fikri duruyor. Zavallı ruhlarımız böylece adını koyamadığı eksiklikten kurtulacağını sanıyor. Ya da depresyonun biricikliğine bırakıyor kendini. Ve yine biz, bu hâlimizle ölmek üzere olan fakat asla belli etmeyen, acı çekmeyi bayağılık kabul ettiği için, gülmeye çalışan hastalara benziyoruz. İnilti ve kahkahanın gürültüsü birbirine karışıyor.
Nedir bu eksiklik melankolisi? Nedir bu –şarkıda* da dediği gibi- dostun birine terlikleriyle gidebilme isteği? Adeta yatağına gitmeden uyuyan ve düşünmeye fırsatı olmayan bizlerdeki bu yılgınlık nedir? Kişisel gelişim kitaplarında aradığımız, bulduğumuzu sandığımız dermanın yarası nerede biliyor muyuz acaba? Bu, artık kokuşmuş yaranın aslı nedendir biliyor muyuz ki? Eflatun’un mağara benzetmesinin üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen bizler hâlâ bu gerçeği fark edemiyoruz. Hâlâ bir ışığa rastlayamıyoruz. Gözlerimiz bir türlü o ışıktan kamaşmıyor.  Nedense… Ve hatta bu ışığı reddetmek, ona bir safsata gözüyle bakmak bir yücelik, bir erdem kabul ediliyor bugün. Çünkü ışık sorumluluk gerektirir. Bir kere gözlerinizin alışması için zamana ihtiyacınız olur. Sonra ışık, her şeyi iyiden iyiye görmek demektir. Temizi ve pisi, iyiyi ve güzeli… tümüne katlanmak demektir ışık. Daimi bir azim ve disiplin gerektirir ışık. Sanırım, ışığı reddetmedeki cazibe de buradan geliyor: sorumluluktan kaçmanın en iyi yolu onları yok saymaktır. Tembelliğin yükselen değer olduğu bugünde zor geldiği için ışığı reddettiğimiz yanlış mı acaba?  

Bizim eksikliğimiz aslında budur; ışıktır. Siz ışığın adını tanrı koyabilirsiniz, erdem koyabilirsiniz, insan koyabilirsiniz, biz aşk koyalım. Zira aşk her şeydir. Bugün bir parça dopamin salgısından ibaret olan adı aşk konan şeyi silin aklınızdan! Biz “aşk imiş her ne var âlemde/ ilim bir kıyl-ü kal imiş ancak**” diyenin evlatlarıyız. Bu âlemde her şey aşk ile döner, aşk ile yanar ve söner. Biz aşkı şuradan buradan duyan ama asla yakalayamayan ve daima onu arayan, onu arzulayan bir yerdeyiz. Her tuttuğumuz güzel kokulu, hoş renkli şeyi aşk zannediyor ve dahi ona sarılıp sonunda hüsranın kollarında bayılıyoruz. Ayıldığımızda her şey bitmiş oluyor.

Geceyi ve gündüzü açıklayan bilim baba bize karanlığı açıklayamıyor, karanlıktayız! Karanlığın omzunda ağlıyoruz. İbrahim olamıyor, Amenhotep olamıyoruz, arayamıyoruz ve bulamıyoruz, eksikliğimizi. Göğe ve yere ve denize ve ağaca ve çamura saldırıyoruz: ey eksiklik neredesin! Ey sen ayrıldığımız herhangi bir şey hakkında hükmü elinde tutan***, ey sen yüzünü salt güzele değil, her yere çeviren**** , ey kimsesizler kimsesi***** neredesin!

Hayır, hayır soruyu düzeltelim: biz neredeyiz? Nereye kaybolduk böyle birden bire? Haydi, şimdi sorma ve cevaplama vaktidir. Bu soru aşka giden yol, bu cevap aşka açılan kapıdır…

-----------------------------

* Ezginin Günlüğü, Eksik Bir Şey
** Fuzuli (aşk imiş her ne var âlemde/ ilim ancak boş sözden ibaretmiş)
*** “Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şey hakkında hüküm Allah’a aittir.” (Şura, 10)
**** “Nereye dönerseniz dönün, Allah’ın yüzü oradadır.” (Bakara, 215)
***** Ruşenî’yi analım.

 

Reklam
Reklam
Giriş yaparak üyelerin sahip olduğu birçok bilgiden yararlanabilir ve RestoraTÜRK FORUM'da bütün herşeyi özgürce konuşabilirsiniz...

Hoşça vakit geçirmeniz dileğiyle...




Copyright © 2002 - 2011 Designed by  
YASAL UYARI