Telh ider âdemin elbette mezâk-ı ıyşin
Bâde nûş eyle bugün eyleme fikr-i ferdâ
Telh ider: Uzaklaştırır
Mezâk-ı Iyş: İşret zevkleri
Bâde: İçki
Nûş etmek: İçmek
Fikr-i Ferdâ: Gelecek düşüncesi
* * *
“Tahsîl-i kemâlât, kem âlât ile olmaz”
Tahsil: Öğrenim, edinmek
Kemâlât: Olgunluk
Kem: Kötü
Âlât: Aletler
* * *
Bakma yâ Rab sevâd defterime
Ânı yak âteşe benim yerime
(Lâ edri)
Sevâd: Dünyâda işlenen günahlar
* * *
Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-ı Hudâdır bu
Nazar-gâh-ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafâdır bu
(Nâbî)
Terk-i Edeb: Edepsizleşmek
Kûy-i Mahbûb-ı Hudâ: Allah’ın sevgilisinin köyü, mekânı
Nazar-gâh: Bakılan, nazar edilen yer
* * *
Hep hüsn ü aşka dâir imiş hep güft ü gûy-i halk
Dillerde dâsitân imiş esrâr sandığım
(Çelebi-zâde Âsım)
Hüsn ü Aşk: Güzellik ve aşk
Güft ü gûy-i halk: Bütün yaratılmışların konuştukları konular
Dâsitân: Destan
Esrâr: Sır
* * *
Bizimle saltanat lâfın idermiş ol Karamânî
Hudâ fırsat verirse ger kara yere karam ânı
(Avnî – Fâtih Sultan Mehmed)
* * *
Sen pister-i gülde yatasın şevk ile handân
Ben hicr ile bâlîn edinem hâr- sebeb ne
Bu saltanat-ı dünyâ ola adle mukârin
Haccü’l-Haremeyn anı taleb kılsa aceb ne
(Cem Sultan)
Pister: Yatak
Handân: Gülen
Bâlîn: Yastık
Hâr: Diken
Mukârin: Yakın, denk
Haccü’l-Haremeyn: Hacı olmuş kişi
(Cem Sultan saltanat da’vâsıyle birâderi Sultan Bayezid’e bu şiiri gönderir. Cevap olarak da şu şiiri alır: )
Çün rûz-ı ezel kısmet olunmuş bize devlet
Takdîre rizâ vermiyesin böyle, sebeb ne
Haccü’l-Haremeyn oldığına râzi olaydın
Bu saltanat-ı dünyevîye bunca taleb ne
(Sultan II. Bayezid Han)
Rûz-ı Ezel: Ezel gününde
Rizâ vermek: Râzı olmak, rızâ göstermek
Saltanat-ı dünyevî: Dünya saltanatı (geçici ve çok büyük sorumluluk olan saltanat)
* * *
Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etdi felek
Giryemi kıldı füzûn, ekşimi hûn etdi felek
Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etdi felek
(Yavuz Sultan Selim’e atfedilir)
Merdüm-i Dîde: Göz bebeği
Füsûn: Büyü
Girye: Gözyaşı
Füzûn: Ziyâde, fazla
Eşk: Gözyaşı
Hûn: Kan
Şîr: Aslan
Lerzân: Titreyen, titrek
Âhû: Ceylân
Zebûn: Zayıf, güçsüz
* * *
Ey serâser âleme sultan Süleymânım baba
Tende cânım cânımın içinde cânânım baba
Bâyezîdine kıyar mısın benim cânım baba
Bî-günâhım Hak bilür devletlû sultânım baba
(Şâhî – Şehzâde Bâyezîd)
Serâser: Baştan başa
Bî-günah: Günahsız
(Şehzâde isyân ett,ü, babasından bu murabbâ ile af dilemiştir. Kânûnî Sultan Süleyman ise ona cevâben şu murabbâyı göndermiştir: )
Ey demâdem mazhar-ı tuğyân-ı isyânım oğul
Takmıyan boynuna her giz tavk-ı fermânım oğul
Ben kıyar mıydım sana ey Bâyezîd Hânım oğul
Bî-günâhım deme bâri tevbe kıl cânım oğul
Demâdem: Her zaman
Tuğyân: Taşkınlık
Mazhar-ı Tuğyân: Taşkınlık gösteren
Tavk-ı Fermân: Ferman (buyruk) gerdanlığı
* * *
Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkız
Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden
(Muhibbî – Kânûnî Sultan Süleyman)
Mânâsı: Biz ayrılığın gül bahçesinde yanık ve ateşli şarkısıyla meşgul bir bülbülüz
Sabah rüzgârı gül bahçemizden geçecek olsa, serinletmek yerine ateş olur yakar.
* * *
Yıkılıptır şu cihân sanma ki bizde düzele
Devleti çerh-i denî verdi kamu mübtezele
Şimdi ebvâb-ı seâdetde gezen hep hezele
İşimiz kaldı hemân merhamet-i Lem-yezel’e
(Cihangîr – Sultan III. Mustafa)
Çerh-i Denî: Alçak felek
Mübtezel: Aşağılıklar
Ebvâb: Kapılar
Hezele: Ayak takımı
Lem-yezel: Allah