Türk edebiyatında türünün en eski örneği olan hikâyeler
DEDE KORKUT
Türk edebiyatında kendi adıyla anılan hikâyelerin anlatıcısı yarı efsanevî bilge kişi.
Kahramanlık hikâyesi
KÖROĞLU
Balkanlar’dan Doğu Türkistan’a, Güneybatı Anadolu’dan Sibirya’ya kadar uzanan Türk dünyasında hikâyeleri anlatılan ve okunan tarihî şahsiyet.
Aşk hikâyesi
LEYLÂ ve MECNÛN
Doğu edebiyatlarında çok işlenmiş bir aşk hikâyesinin kahramanları ve bu hikâyeyi konu alan eserlerin ortak adı.
Aşk hikâyesi
KEREM ile ASLI
Türk halk hikâyesi.
Türk hikâyelerini derleyip yayımlayan araştırmacı
KÚNOS, Ignácz
Türk dil bilimi ve halk edebiyatı uzmanı.
- Ayrıntılar
-
Kategori: Edebiyat
İslam Ansiklopedisi
Hüseyin Yazıcı
Yalın bir olayın çevresinde kişilerin ilişkilerini anlatma esasına dayanan edebî tür.
Sözlükte “anlatmak, nakletmek, aktarmak, tekrar etmek; benzemek, taklit etmek” anlamlarında masdar olan hikâye isim olarak da kullanılır. Türkçe’de son zamanlarda ortaya çıkan öykü kelimesi de Arapça’daki “taklit etmek” anlamının karşılığı olan öykünmekten türetilmiştir. Olağan üstü hadiselerin konu edildiği destan türüyle benzer yönleri bulunması sebebiyle hikâye en eski edebî türler arasında yer alır. Ancak geçmiş çağlarda gerek Doğu gerekse Batı kültüründe hikâye bağımsız bir edebî tür olarak görünmemekte, masal, fabl, menkıbe, kıssa, hatta fıkra ve latife gibi diğer türlerle karışmaktadır. Bundan dolayı Doğu dillerinde olduğu kadar Batı dillerinde de bu tür modern özelliklerini kazanıncaya kadar değişik adlarla anılmıştır (meselâ Fransızca’da “masal” anlamında conte, “anlatım” mânasında récit, “tarih” mânasında histoire kelimeleri aynı zamanda hikâye türü için de kullanılmıştır). Araştırmacılar, destan ve menkıbe gibi metinleri de ihtiyatlı bir yaklaşımla hikâye olarak kabul etmişler veya bu türlerin içindeki birtakım epizotların hikâye olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Hikâye türünün menşeinin halk hikâyesi olduğu, gerek klasik gerekse modern hikâyenin halk hikâyelerinin gelişmesinden doğduğu dikkate alınırsa başlangıçtaki bu tür karmaşıklığının tabii olduğu söylenebilir. Hatta atasözlerinin, halk şiirlerinin ve halk mûsikisinin sözlü parçalarının arkasında da birer hikâye bulunması gerektiği teorik olarak ifade edilmiştir.
Hikâye türünün Doğu ve Batı milletlerinde benzer bir gelişme süreci göstermesi dikkat çekicidir. Başlangıçta Yunan destanlarının, daha sonra Tevrat ve İncil’deki kıssaların Batı hikâyeciliğine kaynaklık etmesi gibi Doğu hikâye geleneğinde de Hint ve Câhiliye devri Arap hikâyelerinin, nihayet Kur’ân-ı Kerîm’deki kıssaların tesiri görülmektedir.
Devamını oku...
- Ayrıntılar
-
Kategori: Edebiyat
Bilinen en eski dönemlerden İslâmiyetin kabul edildiği X. yüzyıla kadar geçen zaman içinde oluşan sözlü ve yazılı eserlerin bulunduğu dönem edebiyatına İslâmiyet Öncesi Türk Edebiyatı diyoruz.
Türkler bilinen en eski dönemlerden beri, Asya kıtasının kuzeyinde Sibirya adı verilen bölgenin başlangıcı ile güneyinde Himalaya Dağlarının başladığı yere kadar genişleyen topraklarda yaşamışlardır. Bu sınırlar batıda Ural Dağlarına, doğuda ise Çin Seddine kadar dayanır. Türkler zaman zaman boyların birleşmesiyle büyük devletler kurmuşlardır. Göktürkler, Hunlar, Sakalar Vb. gibi.
Atalarımızın yaşadığı toprakların özelliklerine bir göz atarsak, onların yaşayış tarzları hakkında bir fikir edinmiş oluruz. Edebiyat da bu yaşayış tarzının bir sonucudur.
Eski Türklerin sosyal hayatı ile ilgili olarak elimizde bulunan bilgilere göre onlar atın, demirin ve törenin hâkim olduğu değişik bir kültür oluşturmuşlardır.
Bu kültür bazı kimselerin yanlış anladığı gibi göçebe bir yaşayış tarzı değildir. Çünkü bugün arkeolojik kazılar sonucu Türklerin yaşadıkları yüksek medeniyete sahip şehirler bulunmuştur.
Yazın yaylalara çıkarak hayvanlarını otlatan ve kış hazırlıkları yapan eski Türkler, kışın kışlak adı verilen evlerinde yaşarlardı. Tarım havzasında yapılan araştırmalarda ziraatle uğraştıkları, buğday ve dan ektikleri tespit edilmiştir.
Yaşadıkları hayat tarzının tabiî sonucu olarak kuvvetli, cesur, aktif olan Türkler bu özellikleri üzerinde toplayan kahraman tipine "alp" ismini vermişlerdir. Aile ve toplum hayatına önem verilmiş, güçlü bir sosyal yardımlaşma duygusu gelişmiştir.
Toplumda dayanışmayı ve kültürel canlılığı ise kam, baksı, ozan denilen din adamları veya kendilerine yarı dinî görevler yüklenmiş sanatçılar sağlardı.
Devamını oku...